Yaşam

Cevat Turan: Yazar yaşadığı tarihe tanık olan kişidir

Uzun süren suskunluğun karanlık koridorlarından ses vermeyi bekleyen çocukların da romanı yazılmalıydı. Evleri kundaklanmakla kalmayıp bahçelerinde nar ağaçları bile ateşe verilen çocuklar, yetimhane koridorları, arkadaşlıklar ve aşk elbette…

Cevat Turan bir memleket gerçeği olarak kötülerin zamanını, onlarla mücadele eden, tek atışla yetinmeyip kötülüğü mühürlemek üzere yaşayan insanların ‘Mühür’ünü yazdı. Cevat Turan’ın kaleminden ‘Mühür’, Anayurt Yayınları tarafından yayımlandı.

Cevat Turan ile siyasi polisiye klasikleri arasında yer alacak yeni romanı ‘Mühür’ ve yazım serüveni üzerine konuştuk.

Yeni romanınız ‘Mühür’ kısa zaman önce yayımlandı. Memleket gerçeğini çok cesur bir etkiyle kurgulamış ve yazmışsınız. İnsanlar ve toplumlar yaşadıklarını okuduklarında ya da seyrettiklerinde itirazları daha bir pekiştiriyor mu?

Yakın dönemi anlatan bir roman ‘Mühür’. Gündelik olarak her birimizin hayatında tanık olduğu ancak arkasında bu işlerin nasıl döndüğünü anlamaya çaba sarf etmediğimiz gerçekliğin romanı. ‘Mühür’de tülün arkasında saklı olanı, halının altında kokmaya başlayanı yansıtmaya çalıştım. Yetimhanede yetişen dört çocuğun gerçekçi hikayesi ile kurgunun içine giriyoruz. Her biri bir başka dünya yaratıyor kendisine. Birbirleriyle hem örtüşen hem çelişen ilişkiler yumağının içinden çıkmaya çalışıyoruz. ‘Mühür’de hayatlarımızı kimlerin ve hangi güçlerin mühürlediğini anlamaya çalışıyoruz. Olaylar değişirken insanın da değişebileceğine, inançların sorgulanabileceğine inancımız sağlamlaşıyor.

‘HİÇBİR YAZAR ‘TARAFSIZIM’ DİYEMEZ’

‘Mühür’, yakın, çok yakın tarihimizin siyasi gerçekleriyle örülmüş bir roman. Yaşadığımız günlerin tartışmalı konularına dair yazmak da cesaret ve kararlılık istiyor. ‘Mühür’ün roman olması bir yana koyup oradaki siyasi ortamı, düşünceleri ve olayları yansıtış biçiminizle, bakış açınızın tarafgir olabileceğine dair eleştiriler alabilirsiniz. Böyle bir çekinceniz oldu mu?

Yazar yaşadığı tarihe tanık olan kişidir. İçinde bulunduğum toplumun aynası olmayacaksam neden yazıyorum, kendimi tatmin etmek için mi? Yazarken sadece içeriğini, mesajını değil estetik kaygıları da taşırım. Biçimle içerik bir bütün olmak zorundadır. Yazdıklarımdan dolayı gelebilecek hiçbir tepkiyi umursamam. Zerrece çekinmem ve geri adım atmam. Yasaklar hastalık gibidir. Kişi hastalığa yakalandığı nedenlerden, yerlerden, mekanlardan kaçındıkça yaşama alanı daralır, küçülür, problemi büyür. Hiçbir yazar “tarafsızım” diyemez. Diyorsa hangi tarafta olduğunu sadece tanımlama zorluğu çekiyordur. Oysa biz onun ne tarafta olduğunu dışardan baktığımızda anlarız. Ben egemenlerin tarafında değilim. Zorbalıkların, adaletsizliğin, demokrasi ve insan hakları düşmanlarının tarafı değilim. Emperyalistlerin dostu değilim. İçinden çıktığım toplumun bağımsızlığının tarafındayım ve bu da eşyanın doğasına uygun bir duruştur. Kötülüğün yapılması ve kanıksanması suçtur, kötülüğün yazılması suç değildir.

Kahramanlarınız günlük yaşamın içinde yuvarlanıp giden sıradan kişiler çoğunlukla. Böyle karakterleri yaratmak ilk bakışta kolaymış gibi görünebilir. Ama o sıradan tiplere edebi derinlik katabilmek, bir insandan bir roman kahramanı çıkartmak farklı bir uğraştır. Bu roman anlayışı noktasında örnek aldığınız, etkilendiğiniz bizden ve dünyadan yazarlardan en önemlileri bizimle paylaşır mısınız?

Türkiye’nin edebiyat tarihinde ve bugün yaşamakta olan çok iyi yazarlarımız var. Belki dünya çapında tanınır değiller ama derinlikli eserler veriyorlar. Ben edebiyatta yeni yazım teknikleriyle yazılan eserleri seviyorum. Sürekli arayışta olan yazarlarımız var.

Yerini bulamamış, okuruna ulaşamamış yazarlarımızın ve bugün ne yazık ki okunmayan şairlerimizin sayısı oldukça fazladır. Her meslekte olduğu gibi yazarlar arasında da köşeyi tutmuş (bir nedenle) kendilerinden başkasını okumayan klikler var. Kimi tavsiye ederseniz derseniz ben hala Yaşar Kemal derim. Mehmed Uzun, Adalet Ağaoğlu, Gülten Akın, Mîna Urgan, Tomris Uyar severek okuduğum şair ve yazarlar. Biraz ön yargılı yaklaşılsa da (bitmek bilmeyen uzun cümleleri hariç) Orhan Pamuk kıymetli bir yazarımız. Haksızlık etmek istemem, çok yetenekli ve beni alıp götüren o kadar çok yazar ve şairimiz var ki! Gerçekten çok iyi edebi eserleri var.

‘SADECE COĞRAFYA DEĞİL İNSANIN AİLESİ DE KADERİDİR’

İbn-i Haldun’dan ödünç alarak “Coğrafya kaderdir” denir ya hep. ‘Mühür’deki Fırat ve Sinan için de sanırım ailenin yazgısından söz edebiliriz. Ailede belirlenen yazgısal durumları aşabilir mi, yoksa er geç o ailede şekillenen hale mi döner insanlar?

Bana göre sadece “coğrafya” değil insanın ailesi de kaderidir. Çünkü doğduğumuz ailenin geldiği geleneksel kültür ne ise biz de ona yakın gelişiyoruz. İstisnalar var elbet. Ancak genellikle etkileşimimiz oradan geliyor. Doğduğum ve büyüdüğüm köyde halk ozanları dinlenmeseydi şiire yakınlığım hangi renkte olurdu? Ya da olur muydu? İtiraz eden muhalif kimliğimiz otokrasi ve verili düzene karşı ideolojimizi şekillendiren geleneksel isyan nereden geliyor sizce? O yüzden Sinan ve Fırat’ın hikayesinin bu toplumda bir karşılığı var. Onlarcasını gördüm, tanık oldum. Sadece anne-babaları alınan öksüz evlatlar değil, evlatları ellerinden alınan anne babaların gerçeği o kadar acı ve gerçek ki. Sadece Cumartesi Anneleri’ne baksanız bile bunu görebilirsiniz.

Ben yazgıya inanmam. İnsanı çevreleyen sosyal koşullar geleceğimizi, hayatımızı şekillendiriyor. Ve bundan memnun değilsek değiştirebilme iradesi bizim elimizde. Ne yazık ki toplumun aklı, hafızası işgal altında ve prangalı. O yüzden değişim nesillerce uzun sürüyor. İlerlemek değiştirilemez diyalektik bir kanun. Ancak Fırat gibi birileri çıkıp “ben bu süreci hızlandıracağım” dediğinde ‘Mühür’ ortaya çıkıyor.

Mühür, Cevat Turan, 192 syf., Anayurt Yayınları, 2024.

Bir kahramanınıza Oktabus (ahtapot) adını vermişsiniz. Eli, kolu her yere yetişen, ulaşan biri anlamında. Elbette bu adın taşıdığı canavarlık boyutunu da unutmamak gerek. Bizim ülkemizde Oktabus’ların ne soyu tükenir ne de onlara olan birilerinin ihtiyacı. Ne dersiniz bu Oktabus’ların bizim bugünümüzü ve geleceğimizi sardıkları kollarından kurtulmak mümkün müdür?

Ülkemizin yakın tarihinde Oktabuslar hep oldu. 1950- 60 arasında, 12 Mart öncesinde, 12 Eylül öncesinde ve şimdi. Bugün hala yaşayanları var aramızda. Ben şu anki dönemimizin fotoğrafını çektiğimde görünümün tam ortasında rastladım onlara. Devletin ve toplumsal travmalarımızın en köhne yerlerinden gelen gölgeler gibi çökmüşler üzerimize. Her taşın altından onlar çıkıyor. Şeffaf olmayan bütün yönetim mekanizmaların, küfleşen kapalı toplumların kaderidir bu. Işığı kapatırsanız kokuşmuşluk başlar. Şeffaf ve demokratik bir devlet, demokrasiyi ve laikliği içselleşirmiş bir topluma ihtiyacımız var. Doğmaların karanlığı çağımızın ışığını perdelemeye çalışıyor bu çatışma onun çatışması. Ben kendi dönemimin Oktabus’unu yazdım. Romanda okur arayıp bulacaktır bu halk düşmanlarını.

‘FARKLILIKLARIMIZ BİRBİRİMİZİ ZENGİNLEŞTİRİR’

Romanınızın hemen başında cami, kilise ve sinagog yerleşiminden hareketle bir hoşgörü manzarası çiziyorsunuz. “Üç kültürü, üç inancı içinde barındıran, İstanbul’un orta yerinde ve boğazın en güzel kıyısındaki bu mahalle bir hoşgörü sofrası gibiydi.” Bu hasletimizi eski yüzyıllardaki kadar koruyabildik mi?

Sadece romanın geçtiği yerlerde değil Anadolu’nun birçok şehrinde kilise, sinagog, cami yan yana yaşamaktadır. Bugün bizi çoraklaştıran olumsuzluklardan en önemlisi bu çeşitliliğin, çok kültürlülüğün tekleşmeye dönüşmesiyle başlamıştır. Farklılıklarımız birbirimizi zenginleştirir. Yeter ki hoşgörü sofrasına oturmasını bilelim. Siyasi köhneleşmeler müdahalede bulunmasa halk bunu kendi arasında çözecek ama bile isteye kamplaşmayı yaratıyorlar.

‘Mühür’de sade, anlaşılır ve akıcı bir dil kullanıyorsunuz. Bu sanırım edebiyat anlayışınızı da açıklayan bir özellik. Dilinizi kurarken ve geliştirirken sadelik ve anlaşılırlık meselesi üzerine bilinçli tercihlerle mi yol aldınız yoksa yazdıkça yerleşen bir dili mi kullanıyorsunuz?

Sade bir dil aranan ve özlenen anlatım elbette. Bu romanda buna özellikle dikkat ettim. Çünkü beni eleştirenler tasvirler ve ayrıntılarla yaptığım anlatıyı “süslü edebiyat” diye tanımlıyorlar. Ben buna katılmıyorum. Romanın güzelliği ayrıntılarda, benzetmelerde, mecazlarda saklıdır. Bugünün okuru sanırım hap gibi okuyup hemen tüketmek istiyor. Bu da tüketici toplum olmanın hastalıklı etkilerinden biri. Kendisini zorlayan sözcükler, düşündüren anlatımlar istemiyor okur. Her romanımda anlatım tarzımdaki arayışımı sürdürüyorum. Yeni anlatım tekniğine açığım ve bunları denemeye devam ediyorum. Bu benim tarzım. Okur eleştirilerinden aldığım görüşler doğru yolda olduğumu gösteriyor.

‘POLİTİK POLİSİYE VEYA KARA POLİSİYE’

‘Mühür’ farklı tarzların bir arada kullanıldığı bir roman olarak göze çarpıyor. Ama bir anlığına bir okur ya da kitabevi çalışanı gözüyle bakarsanız ‘Mühür’ü hangi roman türünün raflarına yerleştirirsiniz?

Politik polisiye veya kara polisiye diye de tanımlanabilir.

Eserleriniz yakın tarihlerde peş peşe yayınlansa da farklı yayınevlerinden çıkmış. Bu bir zorunluluk muydu yoksa kendiliğinden mi gelişti bu farklı merciler? Yayıncılığa ve edebiyat ortamına dair gözlemleriniz nelerdir?

Sorunlu bir zorunluluktu demek daha doğru olur. İsterdim ki eserlerim bir yayınevinin şemsiyesinde toplansın ama gerçek öyle olmuyor. Yayınevleri bugün kağıt maliyetleri, işletme giderleri nedeniyle can derdine düşmüş durumdalar. Doğal olarak odaklandıkları yer “kâr ve piyasa” olmak durumunda. Onlara da benim gibi edebiyat yapma kaygısı olan biri için çok çekici gelmiyor olabilir. Pazar ve tüketim ne yazık ki yazarların da üretimlerini belirleyen bir etken günümüzde. Okur ise alıp hemen tüketeceği eserler istiyor. Bu tüketim toplumunun ve hızlanan zamana yetişme telaşının bir gereği olsa gerek. Çevremizde kimse yetişemiyor; telaş ve gerilim içinde insanlar. Yayıncılığın bazen risk alması gerekmez mi? Ayrıca Türk yayıncıları Türkiye sınırı içinde sıkışmış durumdalar. Okuma alışkanlığı olan büyük bir dünya var. Kim ve ne olduğu bilinmeyen yabancı yazarları çevirip okurun önüne koyarken, aynı çabayı Türk yazarların diğer ülkelere pazarlanmasında da göstermeleri gerekmiyor mu? Bence zor ve kazançlı olanı değil, kolay ve az kazanılanı tercih ediyorlar. Bir de yayınevlerinin sermaye sorunları var tabi. Banka sermayeli yayınevleri ile rekabet sorunları var. Bu keşmekeşten doğal olarak biz ve kitaplarımız da payına düşeni alacaktır. Yayınevlerinin yazar ve şairlere güvenmesi ve arkasında istikrarla durması lazım. Yazar kendi çabasıyla popülerleştikten sonra onun kitabını basma çabası yayıncılık değil, bu fırsatçılıktır. Sorunuzun yanıtı tam da burada saklı.

Yazmak ve buna bağlı okumak, o zorlu yaşamın içinde birilerinin önerisiyle başlanılan bir merak mıydı? Nasıl başladı edebiyata ilginiz?

Çocukken Battal Gazi hikayeleri, Köroğlu destanları anlatılırdı bizim köyde. Ayrıca halk ozanları gelir türküler söylerdi. Karacaoğlan şiirleri, maniler okunurdu. Yaşar Kemal’in İnce Memed romanını arkası yarın olarak radyoda dinlerdik. Akşamları gaz lambasının ışığında “Radyo Tiyatrosu” dinler oradaki olayları, kişileri, diyalogları hayal ederdim.

Böyle bir halk kültürünün içinden beslenerek okula gidince, seni besleyen uçlar da etkisini gösteriyor.

Zaman ve insanlarla birlikte toplumsal yapı da belirli bir etki gösteriyor insanda. İlk şiirlerimi devrimci duygularla yazdım. Şiirin devrim için propaganda işlevi göreceğine inanıyordum. Zamanla iyi bir şiir okuru oldum, sonra da kendi şiirimi anlama ve yeniden düzenlemem gerektiğini anladım. Yıllar içinde şiir yazmayı hiç bırakmadım. Peşinden kısa öykü denemelerim geldi. Çorum Gazetesi’nde benimle ilk röportaj 10 Ocak 1983 yılında yayımlandığında 17 yaşındaydım. Demek ki tam 41 yıldır yazı serüvenin sürdürücüsüyüm.

‘ŞİİR BENİM VAZGEÇİLMEZ SIĞINAĞIM’

Cevat Turan, yazı yaşamının başlangıcında hangi şiir ve şairlerin rüzgarıyla doldurdu yelkenini?

Şiir benim vazgeçilmez sığınağım. Destanlarla birlikte halk şairlerini de okudum. Şiir bizim geleneğimizde vardı zaten. Çünkü sazın, türkülerimizin ve ezgilerimizin kanatlarıydı onlar. Ancak şiir yazın süreci çok okumaktan, sürekli şiir okuyup şiir düşünmekten, şiir konuşmaktan, şiir yazmayı hayatımın merkezine koymaktan geçti benim için. O dünyayı sözcüklerin büyüsünde anlamlandırmanın içsel yolculuğu oldu. Zor günlerimde, hüznümde ve yalnızlığımda sığındığım bir saçak altıydı her zaman.

Kaleminizin ucunda yakın gelecekte neler var?

Şu an üzerinde çalıştığım bir roman dosyam var. İki roman dosyam için de okumaya ve notlar almaya devam ediyorum. Ayrıca tamamlanmak üzere olan bir öykü dosyam masamda duruyor. Ve tabii bir de şiir kitabımın dosyası da hazır okur karşısına çıkmayı bekliyor.

haber-cukurca.com.tr

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu